Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SON zamanlarda global düzeyde çok tartışılan kavram "üçüncü kültür" (third culture).

        Almanya'da ve Amerika'da bu konuda birçok makale yazılıyor, üniversite çevrelerinde ciddi şekilde tartışılıyor. Gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir site olan "www.edge.org"da bu konuda son derece ilginç bir yazı okudum salı günü.

        "Üçüncü kültür", aslında "Globalizm yüzyılında gerçekten global insan nasıl olunur?" sorusuna verilen bir yanıt.

        Konuyu basitleştirme riski alarak üçüncü kültürü tanımlamaya çalışayım.

        Bir insan doğup büyüdüğü kültürel ve sosyal ortamda kendisine neredeyse içgüdüsel olarak gelen davranış biçimlerinden çıkıp bir başka sosyal ve kültürel ortamda (bir başka ülkede) oraya özgü yaşam stillerini sanki doğup büyüdüğü ortam gibiymiş gibi kendisine içselleştirebiliyorsa, o yeni kültürü de yadırgamadan yaşayabiliyorsa, eğer bu iki ayrı kültür ve yaşam biçimi arasında rahat gidip gelerek kendisine özgü yeni bir kültür ve yaşam stili yaratabiliyorsa o insan artık üçüncü kültür insanıdır.

        Bu tanımı yapanlar diyorlar ki, globalizmin olduğu bir çağda, sınırların kalktığı, düşüncelerin ve bilginin sınırsız paylaşılabildiği bir dünyada, yeni teknolojilerin gerçekten bir tür kasabaya dönüştürdüğü dünyada birey, var olabilmesi, bireyselliğini koruyarak yaşayabilmesi ve daha da önemlisi bu dünyada başarılı olabilmesi için bir "üçüncü kültür" insanı, yani bir "global göçmen" olmak zorunda.

        Yani üçüncü kültür insanı olmanız için illa kendi ülkenizden fiziksel olarak ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmeniz gerekmiyor. Artık önemli düşünceler lokal değil; her düşünce, her yaşam biçimi global olmak zorunda ve aslında her düşünce, her yaşam biçimi bir sentezden ibaret.

        Çünkü, düşünce artık gerçekte lokal düzeyde üretilmiyor, her düşünce farklı kültürlerin sentezinden geçirilerek oluşuyor.

        Yeni teknolojiler hepimize, "lokalde yaşarken aynı anda her gün global göçmen olma" şansını da verdi. Fiziksel olarak hareket etmesek bile eğer düşünüyorsak hepimiz birer global göçmeniz.

        Bu yeni dünya düzeninde birey olarak var olabilmemiz, sadece kendimizi globalleştirmemizle mümkün. Yani içine doğup büyüdüğümüz ana kültürümüzün yanına koyacağımız ve ilk başta yabancı olarak nitelendirilebilecek yeni kültürde de rahat olacağız, onun davranış ve düşünce biçimlerini de içselleştireceğiz ve ikisi arasında bize uygun, kendimizi rahat hissedebileceğimiz yeni sentezler yani bireysel üçüncü kültürü ortaya çıkaracağız.

        Üçüncü kültür kavramı, bireyselleşmenin norm olduğu 21'inci yüzyıl koşullarına en fazla uyum sağlayabilen kültür tanımıdır.

        Üçüncü kültür insanlarının, farklılıkları anlama ve kabul etme, bireyselleşmeleri kabul edip içselleştirme, yenilikleri kabullenip kendilerine uyarlama kapasiteleri çok yüksektir. Empati, bu insanlar için neredeyse bir doğal yaşam biçimi unsurudur.

        Bu yeni kültür trendinin ve onu taşıyan insanların saydığımız özelliklerine baktığımızda, Türkiye'nin, bu koşulların hâkim olmaya başladığı global dünyada kaybetmeye mahkûm bir ülke olduğunu maalesef görürüz.

        Buradaki siyasi-sosyal ortam ve düşünce statikliği, hayatımızın her alanını, beynimizi lokalleştirmeye (durdurmaya) yöneliktir.

        Türk insanının beyni gittikçe lokalleşmektedir ve dahası beyinlerimiz taşralılaştırılmaktadır. Bireyselleşme neredeyse ayıp bir kavram haline getirilmiştir, birey olmaya çalışanlar türlü baskılara ve gerekirse fiziksel güç de kullanılarak sürüye ait ve bundan memnun olması öğretilmiş insanlar haline getirilmektedir.

        Tüm eğitim sistemimiz, düşünce hayatımız, siyasi tartışmalarımız ve yeni olana tepkisel yaklaşımımız, bireyselleşmenin reddi ve kişinin sürüleşmesine yöneliktir.

        Bu ortamda totaliter/otoriter söylemler de güç kazanınca ülkenin global dünyanın dışında kalma süreci hızlanmaktadır. Globalleşmeye lokal düzeyde milliyetçi ve dini söylemlerle direnmeye çalışan Türkiye, kendi gençlerini 21'inci yüzyılda aslında kaybedenler haline getirmektedir.

        Üstelik kimse globalin dışında kalma ve taşralılaşma tehlikesinin farkında değilmiş gibi veya farkına varanlar da bunu arzuluyor olabilirler.

        Bu totaliter/otoriter taşralılığa karşı bireyselleşmeyi her şeye rağmen sürdürerek ve üçüncü kültür insanı olmaya çalışarak direnmeliyiz.

        Diğer Yazılar