25 Aralık 2021 22:45

Almanya’da gurbetçiler, Türkiye’de Suriyeliler yakılırken

Ercüment Akdeniz, son dönemde artan mülteci cinayetlerini yazdı.

Fotoğraf: Deysem Siti

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

İzmir’de Suriyeli üç inşaat işçisi, uyudukları barınakta yakılarak katledildiler. Güzelbahçe ilçesinde gerçekleşen bu vahşeti İzmirliler olaydan ancak 35 gün sonra öğrenebildi. Çünkü katil olayı itiraf edene kadar, bunun planla işlenen toplu bir cinayet olduğunu kimse bilmiyordu.

Neden bu barbar cinayet 35 gün boyunca aydınlatılmadı, saklı kaldı?

“Neden” sorusunu hep birlikte ve daha kuvvetli sormalıyız. Zira başka kişileri de bıçaklamak suçundan yakalanan katil zanlısı “kazara” yakalanmamış olsa ve bu vesileyle daha önce Suriyelileri de topluca öldürdüğünü itiraf etmese, vahşi cinayetin üzeri belki de basit bir “yangın vakası” olarak kayda geçecek ve dosya kapanıp gidecekti.

Mülteci işçileri planlayarak yaktığını itiraf eden katil zanlısı acaba bu cinayeti tek başına mı tasarladı? Saldırganın ifadesinde bu konuda kafa bulandıran iddialar söz konusu. Öyle ki saldırgan, ifadesinde, 2000’lerde askerlik yaptığını, bir dönem JİTEM’le çalıştığını, cinayet öncesi kendisine gelen “temizlik” notundan Suriyelilerin temizlenmesi gerektiğini dile getiriyor. Mültecileri savunan avukatların aktarımı ve basından okuduğumuz ifade tutanakları bu şekilde. Zanlının ifadeleri üzerine akli dengesinin bozuk olup olmadığı yönünde sağlık raporu istendiğini de biliyoruz. Fakat bu durumdan bağımsız olarak şu soruların acilen aydınlatılmaya ihtiyacı var:

*Katil zanlısının akli dengesi bozuk olsa dahi geçmişte JİTEM’le çalışmış mıdır, notlar ve talimatlar alarak karanlık işlere bulaşmış mıdır?

*İzmir’de HDP il binasında Deniz Poyraz’ın katledilmesi olayında da benzer sorular mevcut mudur?

Bu soruların gecikmeden aydınlatılması, bilerek ya da akıl sağlığını kaybetmiş olarak insan kıyan tüm makinelerin (ve arkasındaki güçlerin) açığa çıkarılması yahut durdurulması bakımından da önemli. Bu nedenle davanın takibi ve kamuoyu baskısı herkes tarafından önemsenmeli.

***

İzmir’de yakılarak katledilen işçilerden Mamoun al-Nabhan 23, Ahmed al-Ali ise 21 yaşındaydı. Muhammed el-Bish ise sadece 17 yaşındaydı! Sendikasız, sigortasız, uzun saatler ve güvencesiz çalıştırılan mülteci işçiler, kimi yerde, alt işlerde çalışmak zorunda kalan yerli işçilerle birlikte çalışıyorlar. Bütün bu sömürü ve insanlık dışı çalışma koşullarının müsebbibi patronlar değil de mülteci işçilermiş gibi muameleye de maruz kalıyorlar. Emek rekabetinde mülteci düşmanlığının kullanılması, işçileri bölen tipik şoven bir sermaye propagandası. Bu tehlikeli propaganda ağacı kimi zaman şiddet ya da kanlı cinayetler şeklinde meyve veriyor. O bakımdan ileri, öncü işçilerin ve sendikaların yerli ve göçmen işçilerin birliğini her zamankinden çok öne çıkartmaları gerekiyor.

Mültecilerin öldürüldüğü cinayetler İzmir’le sınırlı değil. Geçtiğimiz iki yıl içinde ülkenin birçok yerinde benzer ırkçı katliamlar gerçekleşti. Hamza Acan (17), Muayyıd el Mılhım (24), Abdulkadir Davud (21), Selahattin el Hasan Elcunid (27), Eymenh Hammamı (16), Muhammed el Halid (20), Muhammed Dip Hurih (27) öldürülen Suriyeli işçilerden bazıları. Aynı dönemde Afgan işçilerden de katledilenler oldu. Karaman’da 150 TL alacağını istediği için pompalı tüfekle öldürülen ve kör bir kuyuya atılan Afgan Çoban Halil Özbek (19) kurbanlardan en bilineni. Basında haber olmayan kaç mülteci cinayeti var, doğrusu bunu bilmiyoruz. Ama bilinen veriler dahi Türkiye’nin mülteci cinayetlerinde ne kadar korkunç bir noktaya ilerlediğini gösteriyor. Bu gerçeklikten kaçamayız! Toplumsal yüzleşmeyi sağlamak, farkındalığı arttırmak, halkı aydınlatmak, ırkçılığa ve mülteci düşmanlığına dur demek temel görevlerimiz arasında olmalı.

Burada Ali el Hemdan davasına bir parantez açmak isterim. Adana’da polis kurşunuyla can veren 17 yaşındaki Tekstil İşçisi Ali el Hemdan, eğer ÇHD’li avukatların, Adana Barosunun, özellikle de Av. Tugay Bek’in ısrarlı çabaları olmasaydı unutulup gidecekti. Zira siyasi baskı, ailesinin dahi davaya gelmesini engelleyecek türdendi. Ama nihayetinde katil polise önce müebbet, sonra 25 yıl ceza verildi. Emsal niteliğindeki bu karar mülteci haklarını savunmanın ve mültecilerle dayanışmanın da güçlü bir örneği oldu. Bu tutumun bütün mülteci cinayeti davalarında sergilenmesi için fazlasına ihtiyaç olduğu kesin. Bunun için baroların, mülteci komisyonlarının daha koordineli bir çalışma içine girmeleri gerekiyor. Sendikaların, emek ve demokrasi güçlerinin kamuoyu baskısını arttırmalarına da ihtiyaç var.  

***

 “Eyyy büyük Almanya, biz sizden hiçbir şey istemiyoruz. Ya 21 yaşındaki oğlumuzu geri verin ya da caddenin adını değiştirin...”

Bu feryat acılı baba İsmail Yozgat’a ait. Almanya’da, oğlunu öldüren Neonazilerin yargılandığı mahkemede dile geldi bu isyan. Öyle ki, oğul Halil Yozgat’ı vurulmuş halde gören ilk tanık da kendisiydi! Ama gelin görün ki, 5 yıllık adalet talebi tam olarak sonuç vermemişti. Evladının isminin, katledildiği caddeye verilmesine dahi izin verilmemişti. Almanya’da NSU cinayeti davalarını izleyen Yücel Özdemir bu süreci kitaplaştırdı*. Okumanızı tavsiye ederim. Evleri yakılarak katledilen gurbetçilerimizin simgesi Solingen kenti olmuştu. Oradaki anmalara her yıl binlerce insan katılıyor, çiçekler, çelenkler bırakılıyor, anma konuşmaları yapılıyor. Öyle ya Alman toplumu ırkçı faşistlerden ibaret değil, göçmen dostları da var.

Gelelim bize, Türkiye’ye…

Peki, şimdi biz İzmir Güzelbahçe’de yakılan o barınağı bir “utanç müzesine” çevirebilecek miyiz? Ya da Güzelbahçe’nin üç caddesine, katledilen üç mülteci işçinin adını verebilecek miyiz? Üç mültecinin mezarına sadece ağabeyleri değil ama İzmirliler de gidebilecekler mi? Suriyeli derneklere, mahallelere başsağlığı ziyaretleri yapılabilecek mi? Sendikalar işçilere Türkçe ve Arapça bildiriler dağıtabilecekler mi? Irkçılık ve şovenizmle aramıza kalın çizgiler çekeceksek eğer, tartışmanın çıtasını işte buralara kadar çekebilmeliyiz.

Güzelbahçe Katliamı’na rağmen hâlâ “Herkes kendi ülkesinde güvendedir, iyi ya Suriyeliler evlerine gitsinler” diyebilenler var! O nedenle işimizin kolay olmadığını biliyoruz. Burjuva şovenizmi kırmak için halkı daha çok aydınlatmak gerek. Buradan çıkan görev budur. Ayrıca Almanya’daki gurbetçilerimizle Türkiye’deki Suriyelilerin yaşadığı gadri bir arada tartışmaya hiç tahammülü olmayan bir kesim de söz konusu. Onlara göre Almanya’daki gurbetçilerimiz harbi “belgeli göçmenler”, ama bizdeki Suriyeliler savaşmayıp kaçan zavallılar sürüsü(!) ya da “belge” dahi alamamış, herhangi hakkı olmayan sığınmacılar güruhu(!) Bu nedenle gurbette yakılanlara duyulan tepki bu topraklarda yakılan Suriyeli işçilere hak görülmeyebiliyor. İnsanlık ve vicdan tam da burada kendisine yabancılaşıyor zaten. Bu yüzdendir ki, bizde ve ülkelerde bütün insanlığa emperyalizmin  “yeni göç rejimini” anlatmak gerek. Zira yeni göç rejimi, avro pazarlıkları karşılığında, mültecileri hiçbir hak tanımadan 10’larca yıl Türkiye ve Libya gibi “depo ülkelerde” AB’den uzak tutmayı hedefliyor. O nedenle, yakılan gurbetçilerimize ağlayıp yakılan Suriyelilere burun kıvıranlar tam da yeni göç rejiminin yaratmak istediği toplumlara dönüştüklerinin farkına vardıklarında durum değişecek.

***

Son olarak toplumda yabancı düşmanlığını körükleyenler korosuna burjuva muhalefetin de güçlü şekilde dahil olduğunu unutmayalım. İYİ Parti bu konuda amiral gemisi gibi. Mülteci karşıtlığının içinde yer aldığı bu ittifaklar mı Türkiye’ye demokratik bir seçenek sunacak? Ya CHP’li Bolu Belediye Başkanı ve Bolu Belediyesinin aldığı meclis kararına ne demeli? Göçmen nikahına 100 bin TL caydırıcı bedel koyan, suyu göçmenler için dolara endeksleyen politikalar toplumda mülteci düşmanlığını büyüterek şiddete kapı aralıyor. Akıl sağlığından şüpheli ya da değil, o katliamlara imza atan her zat işte bu nefret ikliminden besleniyor. Dolayısıyla yüzleşmek, “Helalleşmek” her şeyden önce bünyesel iç sorgulamayı gerektiriyor.

ÖNCEKİ HABER

Muğlalılar: Bayır’da çimento fabrikasını istemiyoruz

SONRAKİ HABER

ODTÜ’lüler KYK zammına tepkili: Param yetmediği için öğün atlıyorum

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa